KAZIM TAŞKENT SANAT GALERİSİ
-
Tülin Onat, "plastik sanatlar" kavramı içinde plastikte ifadesini bulan ve adeta bizi Parnasius ve Zeuksis tartışmalarına kadar götüren.gerçeklik sorununa.günümüzde verilebilecek cevabı araştırmakta. Onat, plastik sanatların, mücessemlik, mekan derinliği gibi, Giotto kadar eski en temel kaygılarına ve bunu sağlayacak teknik öğelere eğiliyor, uzunca bir sûreden beri.
yazılar
Akademik kişiliğinin izlerini taşıyan bugünkü sanat idealini, terkettiği üslubuna bir ihanet olarak gören ateşli takipçilerinin, bu idealin kabul edilmesi mümkün bir kaç idealden sadece biri olduğunu artık anlaması gerek.
1924 yılı (devrim sonrası) Leningrad'ında UNOWIS (yeni sanat biçimleri) manifestosunun girişinde, Kazimir Maleviç, biçimi sıfıra indirdiğine dair sarsılmaz bir inançla "zafere ulaştık, yüzeyle olan tüm bağlarımızı kopardık. Üç boyut içinde biçimlendirmeye geçtik. Yüzeye bağlı kalanlar, yüzeysel olanlar eskisi gibi resim yapadursunlar!" diyordu. Onun nihilistçe başkaldırısı nedense bana Turgeyev'in "Babalar ve Oğullar"ındaki nihilist roman kahramanı genç Bazarov'un ölüm döşeğindeki düş kırıklıkları ve pişmanlıkla örülü şu tiradını anımsatıyor:
Ben Rusya'ya lazımmışım Hayır onun bana hiç ihtiyacı yok. Peki kime var? Kunduracıya var, terziye var,
kasaba var et satar kasap durun karıştırıyorum şurada bir orman var (elini alnına koyar)
İşte bu tirad içimi burkuyor. Nedeni ise; 1921 yılı tartışmalarında "Sanatı nesneler dünyasının yükünden kurtarabilmenin çaresizliği içinde sığındığı kare biçiminin Maleviç'i koruyamamış olabileceği düşüncesinden kaynaklanıyor. Kazimir Maleviç'i anımsamak bir gerçeği ifade ediyor ki o da endüstri çağının bilinciyle geleneklerin ağır yükünden kurtulmak isteyen sanatçının sıfıra kadar indirdiği biçim dünyasıyla sanat tarihine yaptığı müdahaleden sonra artık eskisi gibi yaşayamayız.
Tüm izlenimcilerin ortak kaygısı olan ışık ve renk araştırmalarının ürünü olan Monet'nin "Saman Yığını" tablosu, Kandinsky'i "resimden ayrılmaz bir öğe olduğuna inanılan konu'nun önemsizliğine vardırmıştır. Çağın başında birbirinden habersizce ama aynı çağı yaşıyor olmanın verdiği tarihsel koşullanmayla, sanatçıların yaptıkları araştırmalardan bizi soyut sanata taşıyan örnekler bol ve çeşitli. Bu süreç içinde bugün düne bağlı ama "yarın" Kazimir Maleviç gibi söylemek gerekirse "henüz bilinmeyen bugündür."
Tülin Onat'ın ve diğer çağdaşların işleri karşısında izleyicilerin yeni bir tavır almasını bu nedenle bekliyor ve ümit ediyoruz.
Yıldızı bol bir gecede başımızı yukarı kaldırdığımızda ne hissederiz? Bir sürü faydasız yıldız ve ne idüğü belirsiz takımlar ve kümeler, ışıldayıp dururlar hikmetinden sual olunmaz, dönüp durmaktayız. Kaybolmuşluk, savrulmuşluk korkularıyla karışık heyecan ve hayranlıkla "tövbe yarabbi, ne acayip gece!" diyenler hiç mi olmamıştır aranızda?
Sanatçıların ortak noktası bir bilim adamı gibi olmasa bile parlak bir zekaya sahip olmalarıdır. Ayrıca seçkin bir duyarlılık da istenir onlardan. Şimdiye kadar Tülin Onat'ın işlerinin hep zeki ve entellektüel tarafı vurgulandı. Kimse, Dionisos'cu coşkularla oluşan kozmogoniye değinmedi.
Kübistler, çivi kavramı olmadan bir çivi bile yapamazlardı. Tülin Onat'ın resmindeki çivilerse uzaysal boşluğun derinliklerindeki kosmosda istif nesnesi olarak görev yaparlar ve çivi olmaktan vazgeçerek, bu bilinmedik alemin bilinmedik elemanları gibi savrulmuşlardır. Resim yüzeyine ancak çok yaklaşıldığında farkedilen bilinmeyen dünyanın bu bildik objeleri, gerçekliğe olan inancımızı zedeleyen kimi ışık noktalarıyla resimsel dünyanın gerçeklerine hamle yaparlar. Derinlik fikri ile bizi içeri çekerken yanılsamayı bozan tavrıyla da resmin gerçeğine dönüş yaşanır. Keşfedilmeyi bekleyen bu yabancı galaksinin cisimcikleri, bu evrene biraz daha yaklaşmanın sonucu büyüyerek mücevher renklerine bürünmüş, derinlik fikrini sertleştirmiştir.
Bu bilinmedik alemin kendisi mekan oluşturmak istiyor, tuval içine hapsolmak istemiyor. Mekana yönelik ilgilerin günün gözde eğilimlerinden başlıca farkı bu. Tülin Onat değil, işlerin kendisi mekana kavuşmak istiyor ve O bu nesnelere, nesnelerin istediğini veriyor. Sanatçıdan en fazla kendisi olmasını isteriz. Tülin Onat her geçen gün daha fazla kendisi oluyor. Resmin en yalın öğelerine dönüp yeni bileşimler yapıyor, yeni anlatım olanakları arıyor. Sözlerimi Arthur Rimbaud'nun bir şiiri ile bitirmek isterim.
İlhan Berk'in çevirisi ile: "Coğrafya gökbilim, mekanik kimya, bilim, yeni soyluluk: ilerleme. Yürüyor dünya! Niye dönmesin? Sayıların görünümü bu. Tin'e doğru gidiyoruz. İyice belli, bir öngörü, bu dediğim. Anlıyorum, puta tapanlara yaraşır sözler etmeden anlatamayacağım, susmak daha iyi!"
Tülin Onat gibi işlerini iyi yapmaya çalışan insanın tavrına uygun olan da bu.