TÜLİN ONAT'LA SÖYLEŞİ
- Sanat eğitiminizi ve sanatınızın gelişmesi yönünde ne gibi etkenlerin rol oynadığını anlatır mısınız?
T.O.: Ressam olmaya daha ilk okulda karar vermiştim. Lise yıllarım resimle dolu geçti. Benim için en önemli dersti resim. Biriktirdiğim harçlıklarımla saaflara gider, resimle ilgili kitaplar arardım. İstanbul Kız Lisesi’nde iyi bir atölyemiz vardı. Hocamız Hayri Tülin (ne yazık ki genç yaşta öldü) resme tutukundu. Hevesli ve yetenekli bulduğu öğrencileri şövalede çalıştırır, kendisi de onlarla birlikte resim yapardı. Ben de hoca ile ders saatlerinde ve okul saatleri dışında çalışırdım. Diğer arkadaşlarıma göre farklı ve büyük boyutlu resimler yapmaktan zevk alır, onur duyardım. İlk sergim okul kolidorlarında açılmıştı. Sergimde yer alan resimler 100x70 cm. boyutlarında desenlerdi. Daha sonraları yağlı boya ile Piero Della Francesca, Lautrec ve Goya kopyeleri yaptım. Bu arada bir de “Dünya Çocukları Monaco” yarışmasında derece almıştım. Bizi Monaco’ya davet etmişlerdi ama ne yazık ki babam göndermedi. Bu olaylar benim kendimi ressam gibi görmeme neden olmuş, ilerideki yolumu kesinlikle çizmişti. Dersler benim için yalnızca Akademiye girebilmek için aşılması gereken engellerdi.
1966-1967 yılında DGSA Yüksek Resim Bölümü’ne girdim. O zamanki programın gereği, bir yıl “galeri”de desen çalışmaları yapardık. Ve bizler dönemin şanslı öğrencileri idik. Galeri hocamız Prof. Adnan Çoker’di. Yine o yıllarda, Cumartesi günleri tatil değildi. Yani haftada beş gün değil, altı gün okula gidebiliyor, saat 16:00’dan sonra “cours de soir”a devam ediyorduk. Hoca ile sohbetlerimiz ders dışında da sürüyor, Cumartesi günleri bile uzun saatler Akademi’de kalıyorduk. Hepimizin öğrenmek için can attığı yoğun günlerdi.
Ve o ilk yılın yaz tatilinde ben yurt dışına çıkma olanağı buldum. Çılgınca müzeleri gezme isteğim beni koşturdu durdu. İtalya’yı gezdim ve bir aydan fazla Paris’de kaldım. Bu, reprodüksiyonlarda incelediğim, kopyelerini yaptığım yapıtlarla ilk karşılaşmamdı ve benim için çok heyecan vericiydi.
Ciddi bir galeri eğitimi ve dolu dolu bir yazdan sonra, Prof. Zeki Faik İzer atölyesini seçerek gittim. Şükrü Aysan’da atölyede masiye idi. Zeki Faik İzer, çok saygı dıyduğum hocalığı ve sanatçı kişiliği ile eğitimime büyük katkıları olmuştur. Daha sonra, atölyemizde hoca olan Prof. Özdemir Altan ise, her türlü yeniliklere açık, enerjik yapısı ile sanatta dünyaya bakmanın ve araştırmacılığın önemini öğretmiştir bizlere. Sanat tarihi içinde, sevdiğim hoca olarak danıştığım benzemeyi istediğim ustalar oldu kuşkusuz. Onlardan aldıklarımı da bugün resmimin bir yerlerinde, mutlaka kendi yerlerini koruyorlardır.
- Öğrenciliğinizden bu yana resminiz çeşitli aşamalar geçirdi. Bu aşamaları ve oluşumlarındaki etkileri anlatır mısınız?
T.O.: Öğrenciliğimin bittiği yıllarda, resimlerim anlatımcıydı. Etkilendiğim herşey (örneğin çevremde gelişen bir olay, bir düzen veya düzensizlik) resme başlama nedenim oluyor veya resmin içinde bir yerlerde yerlerini alıyordu. O günlerde yaşadığım yoğun kültür ve politika dolu günler, direnişler, yürüyüşler, ölümler resimlerime yansıyordu hep. Sanatçının kendisini yaşadığı çevreden soyutlaması olanaksız. O günler için resimlerimin anlatımcı olması doğaldı. Bir yandan da delice müzeleri, galerileri görme isteği ile her fırsatı değerlendiriyordum. Hocalarımdan dinlediğim, kopyelerini yaptığım yapıtların orijinallerini görebilme tutkusu çok yoğundu. Ve bu konuda şansım bana yardım etti. Her yaz tatili, üç dört ay müzeleri inceleme, kopyeler yapabilme olanakları yarattım ve buldum. O günlerde bir öğrenci için Masaccio’yu, Giotto’yu düşünürken ertesi gün bir Stella, bir Richard Sera sergisi görmek önemliydi. Özellikle bizim gibi müzeleri olmayan, orijinalleri göremeyen öğrenciler için. Zaman zaman gezdiğim sergiler, üst düzey yapıtlar beni çıkmaza sürüklemedi değil. Çünkü dönüp geldiğimde, kendi ülkemde o sanat dolu ortamı bulamıyordum. Ve kaç kez ne yapacağımı şaşırıp bunalıma düştüğüm oldu. Ve o bunalımlı günlerimin hepsinden çok sevdiğim, saydığım Prof. Zeki Faik İzer’in üstün hocalığı sayesinde kurtuldum, resme devam edebilme gücünü buldum.
1971 yılında akademiyi bitirdim. 1973 yılında Avusturya hükümetinin verdiği bursla Salzburg Yaz Akademi’sine gittim.
80’li yılların başlarında resimlerimde hala konu, anlatım ağırlıkta olmakla birlikte, biçimsel kaygılar ön plana geçmeye başlamıştı. Anlatım giderek yerini “tekrar biçim”lere ve tekrarlanan biçimlerin ritmine bıraktı. Biçimlerin giderek arınması, tuval yüzeyinde büyük boşluklara yer verilmesi 84-87 yılları arasında kendini aradı durdu. Fakat o yıllarda, biçimler yalınlaşırken renkler şiddetlenmişti. Bu resimlerimle 1987’de Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde açtığım sergiden sonra (Kadın Sergisi), atölyeme döndüğümde zaten artık aynı resimleri yapmıyordum. Hanidir yeni bir arayışın içine girmiştim. Beni, çevremde görüp, etkilendiğim olaylar yerine, görmediklerim, sözü edilmeyenler ilgilendirir olmuştu.
Giderek renklerim azalmış, elemanlar tek’e inmiş, ritm tek bir nesnenin çoğaltılması ile elde hale gelmişti. Doğadaki tekrarlar ve yalınlık beni çok ilgilendiriyordu. Deniz kenarındaki kum yığınları, çakıl taşları, toprak yüzeyindeki irili ufaklı taneler, yapraklar. Birikmiş su yüzeyinde küçük bir esintiyle birbiri arkasına oluşan dalgacıklar. Bunların kendi içlerindeki hareketi ve derinliği. Ve bunlardan etkilenerek, deneyerek, arayarak bu günkü resimlerime geldim.
- Bugünkü resimlerinizi ve ne yapmak istediğinizi anlatır mısınız?
T.O.: Resimlerimde kullandığım biçimler somut nesnelerdir. Daha doğrusu bir tek nesne ve bunun çoğaltılması. Ancak bunların algılanması soyuttur. Soyut ve somut birbiriyle birleşiyor, konuşuyor ve resmimi birlikte ooluşturuyorlar. Çoğaltılmış biçimlerim boşlukta hareket halindedir. Espas kavramı önemlidir. Biçimler birbirini iter ve çeker. Resim düzleminde üste çıkar, içeri girer. Düzlemi bilinçli bir biçimde bozar. Tuval yüzeyinde biçimler kıpırtı halindedir.
İki boyutlu tuval üzerinde üçüncü boyutu arıyorum. Yapmak istediğim, ritmik bir yapı içinde rölyef etkisi. Elde etmek istediğim derinlik kavramı. Bunları vurgulamak için rengin olanaklarından yararlanıyorum. Ama bu hiçbir zaman çok renk, çok biçim anlamına gelmiyor. En az renkle, en yalın biçimlerle ve tuval yüzeyinde bıraktığım boşluklarla derinlik ve ritm problemini çözme kaygısındayım. Kullandığım değişik boyutlar ve yüzeyler, hareketli tuvaller alışılmışın dışına çıkmaktan çok, yakalamayı amaçladığım üçüncü boyut ve resmin konulduğu mekanda uyum sağlaması, yabancılık çekmemesi için.
- Resimlerinize bakıldığında çok fazla renk görülmüyor. Daha doğrusu tek renk izlenimi bırakıyor. Bu sizin özellikle siçiminiz mi?
T.O.: Vurgulamak istediğim, tuval yüzeyine bağlı kalmadan, sınırlamadan sürüp gitme isteği. Bu nedenledir ki hiç çerçeve kullanmıyorum. Hatta resimlerim yan yüzeylerde ve belki arkada da sürüp gidiyor. Bu da şimdilik belli renkleri kullanmamı gerektiriyor. Griler, siyahlar morlar ve maviler. Resimlerimin yüzeyinde genellikle bir tek rengin hakimiyeti gözlenir. Bu renk de benim seçtiğim renktir ve kurduğum düzene en iiyi gidendir. Yani seçtiğim biçim rendi de belirlemiştir.
-Resimleriniz izleyenlerin üzerinde değişik etkiler bırakıyor. Ben tuvallerinizi taş üzerindeki rölyef sanarak yaklaşıp dokunanları gördüm. Karşısında çeşitli öyküler anlatıp etkilenenleri de. İşinize başlarken siz hangi konuda kararlısınız veya başka bir deyişle sizin için raslantıların önemi var mı?
T.O.: Genellikle seriler halinde çalışıyorum. Önceden hazırladığım eskizlerden yola çıkıyorum ve bu serilerin düzenlenmesinde mekan da benim için önemli bir unsur. Biçim mekana göre oluşuyor. Kuşkusuz işe başlamadan önce tasarımlarım ve tasalarım var. Fakat her resmim benim için yeni bir arayış, yeni bir denge. Simetri ve yinelemeler var ama hepsinden öte yalınlık resimlerimin özelliği. Çalışmaya başlayınca yeni olanaklar doğabilir. Teknik yöntemler ararken yeni tadlar elde edebilirim. Resmime başlarken herşeyin kararını kesinlikle vermiş olmama rağmen zaman zaman raslantılar da önem taşıyor benim için.
Resmimin karşısında, izleyicinin değişik boyutlarda ilgisiini çekmek, malzemenin ne olduğunu anlayamadıkları için kabarıklıklara dokunduklarını görmek hoşuma gidiyor. Böylece amacıma ulaştığımı görüyorum.
- Tekniğiniz yaptığınız resimle ne kadar bağlantılı? Bu çalışma tekniği sizin seçiminiz mi?
T.O.: Tabii ki tekniğim seçimim doğrultusunda gelişti. Hangi teknikle resim yapacağımı bilmiyordum ama ne tür resim yapacağımın kararını ben verdim ve araştırmalara koyuldum. Teknik kendiliğinden gelişti. Nasıl ki bir sanat yapıtının özelliğini, değerini yalnızca biçim belirler, konusu ve anlattığı şey belirlemez. Teknik de yalnız başına sanat yapıtını oluşturmaz ama yapıtın biçimine uygun teknik gereklidir.
-Resimlerinizi belli bir akıma veya sanat anlayışına bağlayabilir misiniz?
T.O.: Hayır, bunu ben özellikle istemiyorum. Başlı başına belli bir akım benim ilgimi çekmiyor. Bugüne kadar hiçbir akımın izleyiciliğini yapmadım. Ben kendi problemlerim içinde, kendi resmimin problematiğini çözmeye çalışıyorum.
- Sanatınızla yaşantınız arasında nasıl bir koşutluk var?
T.O.: Ressam olmaya henüz ilkokulda karar vermiştim. Güzel Sanatlar Akademisi’nin yoğun ve verimli bir döneminde öğrenci oldum. Öğrenciliğimin ilk devrelerinden itibaren, ortaçağ resimlerinden başlayarak, herbir yapıtı yerinde görerek inceleyebilme olanağını bulmam, yabancı sergileri görebilmem, yıllardır öğrencilerle birlikte olmam, anne olmam sanatımı kuşkusuz etkilemiştir.
Özel yaşamımda ve sanatımda değişiklik yapmaktan hiç korkmuyorum. Çünkü sürekli değişen bir dünyada, sürekli hareket halinde yaşıyorum. Yapım gereği zaten dünkü ben bugün aynı değilim. O zaman sanatım nasıl aynı biçimde kalabilir? Değişen yaşam şartları, beni değiştirirken sanatımı da geliştirmemi sağlayacaktır. Bundan sonra da gerek düşünsel gerek biçimsel olarak değişmekten korkmuyorum. Belki bu değişimler her zaman olumlu yönde olmayabilir ama benim için zor olan değişmeden ve üretmeden hep aynı çizgide kalmak.
İnsanın kendi gelişmeli, yapıtları da bu doğrultuda değişmelidir.